17 Ağustos 2012 Cuma

Yaz Hatırası



Yazının Şarkısı

4 yaşındaydım sanırım çok net hatırlamıyorum, bir ev aldık Dikiliden. Denizi gayet güzel gören, teras gibi balkonu olan, kendisi küçük balkonu büyük güzel bir ev. Her yazın başında gider, yaz sonunda dönerdik. Babamın tatili bitince git gel yapardı her gün, akşama doğru balkonun arka tarafına çıkar babamı beklerdik hep. Onun haricinde denize girmek ve parka gitmekten başka yaptığımız bir şey yoktu. Ablam sıkılmazdı zaten babam bilgisayarla uğraşır annem de benle uğraşırdı. Bir arkadaşım vardı adı Tugaydı, 8 yaşına kadar birlikte büyüdük aynı apartmanda. Her gün Tugayı uyandırır benimle oynamasını söylerdim.8 yaşına gelince Tugaylar taşındılar, o zaman soğudum o evden. İlk defa yalnız olduğumu hissetmiştim. Aslında daha öncede yalnız olmuştum( annem işe gittiğinde onun yastığına sarılır kokusunu içime çeker yalnız olduğumu düşünürdüm). Ama bu başkaydı Tugay'ın beni sevmediği için gittiğini düşünmüştüm. Sonra İngiliz bir çocuk taşındı yandaki eve adı Dominik'ti. Benden 2 yaş büyüktü sanırım sarışın mavi gözlü yabancı olduğu belli olan bir çocuktu. Türkçe bilmiyordu, bende ingilizce bilmiyordum. El kol hareketleriyle anlaşmak ve onların bahçesindeki havuza girmekten başka bir şey paylaşamıyorduk. Annemin bir işi için birkaç günlüğüne annem ve ben Dikiliden Manisaya gelmiştik, işte o zaman taşınmışlar giderken bana bir poşet oyuncak bırakmış (hala saklarım). Artık iyice soğumuştum bu evden, bir daha gelmemek istiyordum. Uzaklaşmak, sadece uzaklaşmak. 4 sene önce hayatımın en kötü hastalığını yaşadım orada. 2 hafta hastanede yattım, kaptığım mikrop tüm vücuduma sarmıştı. Konuşamıyor, yemek yiyemiyordum. Bol bol iğne atılıyor, serum yiyor ve doktorların " geç getirmişsiniz, getirmeseydiniz ölürdü" öğütlerini dinliyordum. Benim bu hastalığımdan bir sene sonra ablam epilepsi krizine girdi "o ev" de. Bergama- Dikili-Manisa-Turgutlu- İzmir arası hastanelerde koştuk sürekli. Birkaç arkadaş edindim kendime kışın arayıp halimi hatrımı soran unutmayan birkaç "gerçek" arkadaş. Onun dışında beni oraya bağlayan bir şey olmadı. Geçen sene de "uzun kirpik" dediğimiz şahısla tanıştım zaten tüm senemi mahfetti biliyorsunuz. Bu senede annem ameliyat oldu işte. Ve bunların hepsi "yaz mevsiminde" oldu. Bende sevmedim yaz mevsimlerini. Benim için en kolayı buydu.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Birkaç saat


"Aynadaki hatta sudaki aksim bile kayıp.."
Yazının şarkısı

Bu sefer geç kalmadın. Tam beklediğim zamanda geldin, en güçsüz olduğum zamanda. Özür dilemeni bile beklemedim bilirsin kin tutamam erir hemen buzlarım. Mutlu oldum, birkaç saatliğine mutlu oldum. Ama kötü biteceğini bildliğin hikayenin içinde doya doya mutluluğu yaşayamıyorsun işte. Tüm yükümü sana verdim, tüm tenhalarımı sana verdim birkaç saat de olsa. Bir kere. Sadece hayatımda bir kere güvenmek istedim, ben sevemem yargılarımı kırmak istedim. Silip atmak istedim geçmişi bir süpürgeyle, sonra o süpürgeye binip yeni bulutlara yelken açalım istedim. Yapamadım işte, güvenemedim. 7 ay, tam 7 ay. Ne yaşandı peki bu 7 ayda? Üzüntü,kırgınlık, yorgunluk. Sen kendine güvenemezken ben sana nasıl güvenebilirdim? Kopmuş işte içimde bir şeyler, yok olmuş. Kaçıncı kırışın sahi ? bir,iki,üç,dört..? Köpek gibi sevsende olmuyor işte, bitiyor içinde, korkuyorsun artık. Şimdi sırf güvenemediğim için, istemediğim için tekrar gidiyorsun. İkimizde de kopmuş zaten bir şeyler. Git bakalım, yolun sonu nereye varıyorsa oraya git. Bu sefer üzülmek yok alıştım zira sebepsiz gidişlere.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Kulağımdan gelen müzik



Yazının şarkısı

Nasıl başlasam bilmiyorum ama bir yerden girmek lazım yazıya. Benim Yaz hastalığım meşhur. Blog'u açalı bir - iki ay sonra tam bir sene olacak. Tamam çok takipçim yok ama ben zaten öyle çok bilinen bir blog olayım herkes beni konuşsun diye çıkmamıştım bu yola. Kendi yağımda kavruluyorum gidiyorum bana destek olanlar sayesinde. Herneyse işte, ben her Yaz'ı mutlaka böyle salya sümük birbirine karışmış kıçı başı dağıtmış bir şekilde geçiririm. Yani iyi bir tatile çıkmadan geçmiyor bu hastalıklar ( bu arada Pazartesi tatile çıkıyoruz yani bir süre yazamayabilirim). Yine kulağımda kulaklık, yanımda kitaplar ve peçeteler bol bol düşünüyorum. Malum ben düşündüm mü yazmadan duramam. Bol bol yazıyorum kendimi geliştiriyorum. Zaten bu açtığım ilk seneyle aramda çok fark var, çok gelişmişim farkındayım. Malum benim üzerine yazı yazdığım ya aşk, ya dostluk, ya da yorgunluk, üzgünlük vs gibi duygular üzerine oluyor. Genellikle aşk üzerine düşünüyorum çünkü hiç aşık olmadım. Yani her yaşadığımız ilişkide " Sana aşığım" desekte aslında aşkın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz. Kimine göre aşk onu gördüğünüz ilk 10 saniye, kimine göre de bir ömür. Ben tam olarak ikisinide bilemiyorum ( yazar burda çok yalnızım diyor). İnsan uzun süre yalnız kalınca uyuşuyor, hisleri kayboluyor, yalnızlığa alışıyor, artık bağlanamam sevemem diyor. Bu seneyi (lanet olası uzun kirpik vakasını saymazsak) yalnız geçirdim. Bu yüzden şimdi de kimseye bağlanamam diye düşünüyorum. Bir yandan da özgürlüğümün kısıtlanması korkutuyor. Yani "birinin bir şeyi olmak bana göre değil" diye düşünüyorum. Zaten bu sene yeni okula başlayacağım için öyle her şey kökten değişecekken birde aşk heycanı yaşamak kasar insanı. Şimdilik bu yalnız halimden çoook ama çook memnunum, yani öyle ki herkesi kibarca reddediyorum. Ulan bu hasta halimle de konuyu aşk'a getirdim ya helal olsun. Aslında ben çay koyucaktım kendimi bu yazıyı yazarken buldum(buraya adsdgfasd şeysinden gelecek). Neyse yazıyı burasına kadar okuyan herkese çay koyuyorum ( ben içmiyorum siz için) öptüm canlarım.